RİCA ve HATIRLATMA

Paylaşmak elbette çok güzel. Ama ürün veya tasarımın sahibini hiçe sayarak kendine maletmek bence hiç hoş değil. Bu hususta daha duyarlı olmanızı, yayınlarınızda kaynağınızı belirtmenizi özellikle rica ediyor,

"5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası" gereği eser sahibinden izin alınmadan, web sitelerine yüklenmiş olan fotoğraf ve makalelerin kopyalanması, saklanması ve kullanılması suçtur !!!


diye tekrar hatırlatmak istiyorum. Lütfen yanlış anlamayın, emeğe saygı gerek...

25 Şubat 2012 Cumartesi

TBMM Kültür Evi ve ona adını veren Mustafa Necati (Uğural)...


Merhaba canım arkadaşlarım, sevgili dostlarım,
Sizlerden bir süre uzak kaldım, yorgunluğumuzu yeni yeni atıyoruz inanın, feda olsun ama sizlere :) işte tekrar yanınızdayım çok şükür :D 
Evet sergi hazırlıkları, koşturmaca, sergi, sergimin bitiminde de gelemeyen dostlarımın, arkadaşlarımın ve komşularımın ziyaretleri ile bugüne geldim :D Hatta sevdiğim bir blogger arkadaşımın ısrarı üzerine onunla bir kermese bile katıldım :D Onu da başka bir postta yazarım artık...
Sizleri çok özledim, son bir haftadır sizleri ziyaret edebiliyorum, yorumlar bırakabiliyorum ama o yoğun dönemimde sadece kısa süreliğine bloglarınıza bakabiliyordum, umarım kusura bakmazsınız. 
Öncelikle sizlere TBMM Kültür Evi ve ona adını veren Mustafa Necati kimdir, onları tanıtmak istiyorum. Ardından başka bir yazımla sergimin açılışından, bir başkasında da ürünlerimden bahsedeceğim.
Şimdilik kalın sağlıcakla.

------------------------
Devlet adamı. 1894 yılında İzmir’de doğdu. İstanbul Hukuk Okulu’nda okudu. İzmir Öğretmen Okulu’nda ise kısa bir süre öğretmenlik, Özel Şark Okulu’nda müdürlük yaptı. (1915-1918) Avukatlık yaptı. İzmir, Yunanlılar tarafından 15 Mayıs 1919’da işgal edilince, Balıkesir Cephesindeki çete savaşlarına katıldı. Anzavur kuvvetlerine karşı, Kuva-i Milliye komutanı olarak savaştı. Yunanlılara karşı girişilen savaşlarda da bulundu. Balıkesir’de, İzmir’e Doğru gazetesinde Milli Kurtuluş Savaşını destekleyen yazılar yazdı. Saruhan Milletvekili oldu (1920). İstiklâl Mahkemesi başkanlığı yaptı. Millet Meclisi’nin ikinci dönemine, İzmir Milletvekili olarak girdi. Mübadele ve İmar ve İskan Bakanlığına (1923) daha sonra da Adliye Bakanlığına getirildi (1924). İki yıl kadar Öğretmenler Birliği başkanlığında bulundu. 1925 yılından, vefatına kadar da Milli Eğitim Bakanlığı (Maarif Vekilliği) yaptı. Hayatının en önemli ve en etkili görevi budur. 
Mustafa Necati, 1928’de eğitimimizi daha üstün bir duruma getirmek için acele alınması gereken tedbirleri düşünmüş ve kanun haline getirmiştir. İlk defa temelli olarak ve çok sayıda öğretmen yetiştirmekle zorunlu ilköğrenimi gerçekleştirme yolunu açtı. Onun zamanında kabul edilmiş kanunlarla öğretmenlik, bir meslek haline geldi. 1928’de Türk harflerinin kabul edilmesiyle eğitimimizde görülen gelişme de onun zamanında gerçekleşti. Mustafa Necati 1929 yılında Ankara’da öldü.
------------------------
Atatürk'ü hüngür hüngür ağlatan adam..!


ATATÜRK ONU BOŞUNA SEVMEDİ...!
Bu yazıyı sonuna kadar okursanız sebebini daha iyi anlayacaksınız. Ayrıca Mustafa Türk gencinde görmek istediklerini bünyesinde barındıran bir adamın hayatını okumak, belki de kendimizde daha fazla azim bulmamızı sağlayacaktır...
Bu yazıda;
* M.Necati'nin,İzmir'in işgal edilmesini gözyaşlarıyla karşılamasını ve neler yaptığını,
* Birçok derneğin kuruluşunda nasıl çalıştığını,
* Milli Eğitim Bakanı görevini sırasında ne tür yenilikler getirdiğini,
* Eğitime verdiği önemi,
* Teşkilatçılığa verdiği büyük önemi,
Okuyacaksınız..
Ertesi gün ateşler içinde yattı, millet mekteplerini sayıklayarak öldü. Atatürk'ün ilk defa hıçkırıklarla ağladığını bu ölüm akşamı görmüştüm.                                     Falih Rıfkı Atay

FALİH RIFKI ATAY ANLATIYOR;
Meclisin türlü kaynaşmaları içinde genç hırslar da belirmekte idi. Bakanlar, milletvekilleri tarafından seçildiği için, çabuk parlamak isteyen gençler koridor avına çıkarlardı. Bunun ilk misalini rahmetli Necati vermişti. Bir iskân vekâleti kurulması için takrir imzalatılıyor, bu büyük meselenin başlı başına bir vekâlet olmaksızın başarılamayacağını anlatmaya çalışıyordu. Yeni kuruluşun kahramanı olacağı için vekil de şüphesiz o seçilecekti.Kürsüden yine bütün ateşi ile konuştuğu sırada, milletvekilleri arasında, elinden hiç eksik etmediği tespihi ile ayakta duran Mustafa Kemal:
- Bütün bunları vekil olmak için söylüyorsun, seni vekil yapmayacağız, diyordu.
Fakat Fethi Bey kabinesinin listesinde ''İskân Vekili Mustafa Necati'' ismini görürsünüz. Mustafa Kemal; kendisi ile doğrudan doğruya hasımlaşılmadıkça, kinci ve inatçı değildi. Bilâkis müstesna bir yetiştirmeci idi. Necati'yi de sonradan pek sevdi. Öldüğü vakit Mustafa Kemal arkasından âdeta ''hüngür hüngür'' ağlamıştır. Ağlama zaafına pek az düştüğünü de hatırlatmalıyım. Mustafa Kemal, her türlü zaaftan tiksinen bir kuvvet, zekâ ve irade adamı idi.
Atatürk inkılaplarının en çok rahatsız edeni yeni yazıdır. Çilesine katlanabilmek için fedakârlığın şerefini benimsemek lâzımdı. Doğrusu Atatürk ve İnönü herkese örnek olmak istediler. Yeni yazı kabul edildikten sonra ikisi de bir daha Arap yazısı kullanmadılar. İnönü âdetlerinden vazgeçip geçmediklerini anlamak için, arkadaşlarının not defterini bile yoklardı.
İlk iş, yeni yazı ile okuyup yazma bilenlerin sayısını, hemen, eski yazı ile okuyup yazma bilenlerin sayısı üstüne çıkarmak, yeni yazı ammesini yaratmaktı. Millet mektepleri fikri bundan doğdu.
Zavallı Necati millet mekteplerini açacağı sırada genç yaşında öldü. Hastalığından bir akşam önce Çankaya'da beraberdik. Atatürk ve arkadaşları neşe içinde idik. Çankaya durgun havaya gelmezdi. Rüzgâr sesi duyulmalı, kuşlar uçuşmalı ve kaçışmalı idiler. Sonsuz enginlere doğru bembeyaz ümit ile hayal yelkenlerini açan Türkiye'nin yürüdüğünü öyle hissederdik. Miskinler tekkesinde neler konuşulduğunu düşünmezdik. Türk kafasını ve vicdanını Ortaçağ karanlığından yeni zamanlar aydınlığına ulaştırmak için çırpınan bir kahramanın yoldaşları idik.
O kadar sevinen Necati, Lâtin harfi ile imza atmayı henüz meşkediyordu. Maarif Vekili millet mekteplerinin ilk talebesi olacaktı. Heyecan içinde kalktı. Pek sevdiği zeybeğini oynadı. Körbağırsak ameliyatı olması için hekimlerin nasihatlerini dinlemeyen zavallı genç, bu sıçrayışlarda bir zehir kesesini delerek içine akıttığını bilmiyordu. Ertesi gün ateşler içinde yattı, millet mekteplerini sayıklayarak öldü. Atatürk'ün ilk defa hıçkırıklarla ağladığını bu ölüm akşamı görmüştüm. "Ne evlâddı o..." diye hayıflanıyordu.
Falih Rıfkı Atay-Çankaya.
sol baştaki Mustafa Necati..

Mustafa Necati'nin Mütarekedeki Yazıları
Prof. Dr. Zeki Arıkan

ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı 24, Cilt: VIII, Temmuz 1992
Necati, aziz Necati; dileğin yerine getirilecektir!
İsmet İnönü, 1929.

Mütarekede Necati, İzmir’de genç bir öğretmen, bir müdür, bir avukattır5. Türk Ocağı’nın etkin bir üyesidir. II. Meşrutiyet’ten sonra açılan Şark özel okulunu İzmir’in en ileri düzeyde bir eğitim kurumu haline getiren büyük bir eğitimcidir. Necati, o karanlık günlerde İzmir’de parlayan bir güneştir. İzmir’in gözü kulağı ve atan yüreğidir. İzmir’in ve ülkemizin paylaşma masasına yatırıldığı bir sırada Necati, bıkmadan, usanmadan, yılmadan halkı aydınlatmaya, bilinçlendirmeye ve ulusal bir örgütlenme doğrultusunda bir araya getirmeye çalışan yüksek bir vatanseverdir. Vereceğimiz bir iki örnek Necati’nin çabalarının boyutlarını göstermeye yeterlidir. Sözgelimi Necati, savaşın bitmesinden sonra terhis edilen yedek subayların aralarında birlik ve dayanışmayı sağlamak amacıyla kurdukları İhtiyat Rabıtanı Teavün Cemiyeti’nin fikir babasıdır. Mustafa Necati; işinden, gücünden, okulundan, fabrikasından koparılıp savaşa sürüklenen bu gençlerimizin, “yorulan dimağ ve vücutlarıyla içimizde dalgın ve ümitsiz” dolaştıklarını dile getiriyor, bunların durumlarına bir çare bulmanın ulusal bir görev olduğunu savunuyordu. Bunun için İhtiyat Zabitan Himaye Turdu adıyla bir derneğin kurulmasını öneriyor, bütün kurum ve kuruluşları bu yolda işbirliğine çağırıyordu. Ona göre bu yedek subayların birkaçını şuraya ya da buraya yerleştirmek köklü bir çözüm olamazdı. Çözüm köklü olmalı ve onların asıl mesleklerine dönüşü sağlanmalı, yarım kalan öğrenimlerinin tamamlanması için gereken koşullar hazırlanmalıydı. İşte Necati’nin kurulmasını istediği dernek bunu yapacaktı. Bu yazının yayınlanmasının üzerinden bir ay bile geçmeden İhtiyat Zabitanı Teavün Cemiyeti’nin tüzüğü gazetelerde çıktı.
İzmir’deki yedek subayları içine alan böyle bir derneğin kurulmasında hiç şüphe yok ki Necati’nin uyarı ve girişimlerinin oldukça önemli bir etkisi olmuştur. Necati, bu derneğin adeta fahri başkanlığını da yapmış, yedek subaylara iş bulmak, onları ekonomik yönden örgütlemek için yazıhanesini bir merkez olarak kullanmıştır. Bu derneğe bağlı yedek subaylar 14 Mayıs 1919 akşamı yapılan ünlü Maşatlık toplantısında büyük bir rol oynadıkları gibi7, Batı Anadolu’da Kuva-yı Milliye’nin örgütlenmesinde de8 çekirdek bir kadro ödevi gördüler.
Mustafa Necati’nin, İzmir’de kurulmasına öncülük ettiği ve hukuk danışmanlığını üstlendiği bir başka dernekte İzmir Demiryolları İslam Memurini Teavün Cemiyeti’dir. Şöyle ki müzakereden sonra İzmir-Kasaba, İzmir-Aydın demiryollarında ve körfez vapurlarında çalışan yüzlerce Türk işçi ve memurunun işlerine son verilmişti9. Bunların kendi aralarında bir birlik oluşturup haklarını aramalarında Necati, varını yoğunu ortaya koyarak çalıştı, İslam Memurin Teavün Cemiyeti’nin 19 Mart 1919 tarihli Köylü gazetesinde yayınlanan ve Necati’nin kaleminden çıktığına şüphe bulunmayan “bir muhtıra”sı, İtilaf devletlerinin müdahalelerine karşı yürekli bir çıkışın ilk örneklerindendir. Bu muhtırada devletin, savaşın patlak vermesinden ötürü demiryollarına el koymak zorunda kaldığı belirtiliyor, burada çalışan Türk işçi ve memurlarının dört yıl boyunca diğer unsurlara zarar vermeksizin olağanüstü bir çabayla görevlerini yerine getirdikleri dile getiriliyordu. Bu bakımdan bu işçi ve memurların, demiryollarına el koyan İtilaf devletleri tarafından ödüllendirilmeleri gerektiği halde işlerine son verilmiş olmalarını açıkça kınıyordu: “Bu sebeple her türlü uhut hilafına olarak memleketin yerli ahalisini teşkil ey Üyen Türk gençlerinin isten çıkarılmasına”, ve onların kazanılmış haklarının çiğnenmesine karşı çıkılıyordu10. Bu belge, emperyalist güçlere karşı direnişin somut bir ifadesidir.
Necati bir yandan birçok derneğin böylece kuruluşuna öncülük ederken, İzmir’de diğer derneklerin kuruluşunu da yürekten alkışlıyor ve destekliyordu. Aşağıda görüleceği gibi “Himaye-i Etfal Cemiyeti”nin kuruluşu dolayısıyla kaleme aldığı yazı, bunun ilgi çekici bir örneğidir.
Necati’nin üyesi olduğu İzmir Türk Ocağı, gittikçe yaklaşmakta olan işgal tehlikesini önlemek için büyük bir çaba gösteriyor, terhis edilmiş yedek subaylar, işlerinden kovulmuş demiryolu ve körfez vapuru çalışanları, yurtsever aydınlarla yakın bir iletişim içinde bulunuyordu. Yapılan çalışmalar daha çok bir uyan niteliğindeydi. Muhtıralar yazılıyor, toplantılar yapılıyor fakat henüz tehlikeyi göğüsleyecek silahlı bir örgütlenmeden söz edilemiyordu. Necati’nin çok yakın arkadaşı Anadolu gazetesi sahip ve başyazarı Haydar Rüştü’nün yazdığına göre, işgalden on beş yirmi gün önce Türk Ocağı’nın yaptığı bir toplantıda Mustafa Necati, ilk kez silahlı bir direnişten (mukavemet-i müselleha) söz etmişti. Ancak bu öneri, ocak üyelerini ürkütmüş ve hatta onları ikiye ayırmış, Necati de yönetim kurulu üyeliğinden çekilmişti”.
Necati, tehlike ve umutsuzlukla dolu olan o nazik günlerde bile İzmir’in kültürel kimliğinin gelişmesine katkıda bulunmaktan geri kalmıyordu. Tamamen edebi ve bilimsel nitelikte olan, İzmir’in genç şair ve yazarlarını bir araya toplayan Teni İzmir dergisini bu bağlamda değerlendirebiliriz. Derginin ilk sayısını, o günlerde henüz hıyanet yoluna sapmamış olan Köylü gazetesi şöyle tanıtıyordu:
“Teni İzmir: adıyla çıkan ilmî ve edebî risalenin birinci sayısı dün pek güzel yazılar, yüksek duygularla dolu olduğu halde çıkmıştır.
Yazan ve çıkaranları kutlar ve bütün okuyucularımıza içten ve gönülden öğütleriz”.
İşgalden bir gün önce Anadolu matbaasında basılıp dağıtılan ünlü bildiriyi de Mustafa Necati ve arkadaşları kaleme aldı. 14 Mayıs akşamı Maşatlık’taki toplantıyı Mustafa Necati, Haydar Rüştü ile birlikte yüksekçe bir kaya parçası üzerinden izledi. Ertesi gün Değirmendağı’ndaki evlerinden işgale tanık oldu. İşgalciler ve yerli işbirlikçiler onun yazıhanesinin zemin tahtalarına varıncaya kadar söktüler15. Kendisini bulamadılar. Oysa Necati, babasının evinde Haydar Rüştü ile birlikte saklanıyordu. Evinin çevresi düşman askerleriyle çevrilmiş fakat bereket versin aranmamıştı. İşgalin ancak beşinci günü Necati İzmir’den kaçabildi. İstanbul, Balıkesir, Soma-Bergama-Akhisar cephelerinden Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne kadar uzanan çizgide kalemiyle, silahıyla Millî Mücadele’ye önemli bir katkıda bulundu. Meclise Saruhan milletvekili olarak giren Necati; Kastamonu İstiklâl Mahkemesi Başkanlığı, İmar-İskân, Adliye ve Millî Eğitim Bakanlığı gibi görevlerde bulundu. Kendisini ölümsüz kılan başarılarla dolu bir devlet adamı olarak tarihimizde seçkin yerini aldı. En son görevi olan Millî Eğitim Bakanlığı, ulusal eğitimimizde köklü adımların atıldığı yıllar olmuştur. Öğretmenliğin onurlu bir meslek haline gelmesinde büyük bir rol oynayan Necati, halkımızı bilgisizlikten kurtaracak olan yeni harflerin kabul edilmesinde, Millet Mektepleri’nin açılmasında yoğun bir çaba gösterdi. Ancak ne yazık ki bu büyük kültürel atılımın sonuçlarını görmeden 1 Ocak 1929 tarihinde apandisit patlamasından öldü. Bütün bu başarıların 34 yıllık bir zaman kesitine sığdırılmış olması anlamlı olduğu kadar şaşırtıcıdır da...
O kurtuluşu; gençliğin, aydınların, zenginin, fakirin kısacası bütün ulusun bir araya gelmesinde arıyor ve tabandan oluşacak bir örgütlenmede arıyordu. İşgal tehlikesi böyle önleneceği gibi ülkenin kalkınması da bu yolla sağlanabilirdi. Unutmamak gerekir ki yukarıda belirttiğimiz yazının gazetede çıktığı tarihlerde Müdafaa-ı Milliye ayakta duran tek sağlam kuruluş olarak görünüyordu. Diğer ulusal örgütler henüz kuruluş aşamasında idiler.
Yukarıda sözünü ettiğimiz gibi Necati’nin üzerinde durduğu temel sorunlardan biri de terhis edilmiş yedek subayların durumlarının iyileştirilmesi idi. Necati, terhis edilen yedek subayları altı grupta toplamaktadır. Bunlar: 
1) Yüksek okul mezunları, 
2) Orta dereceli okul mezunları, 
3) Bütün yüksek ve orta dereceli okul öğrencileri, 
4) Medrese mezun ve öğrencileri, 
5) Devlet memurları, 
6) Avukat, doktor, tüccar, sanatçı ve öğretmenler idi.
Necati, bütün bu gruplar içinde yer alan yedek subaylar arasında ekonomik ve düşünsel yönden önemli ayrılıkların bulunacağına dikkati çekmektedir. Fakat en başta bunların yaşamaya hakları olduğunu savunmaktadır. Fakat bu yedek subaylar, “Koltuk değneğine ihtiyaç” duymadan yaşamalı, kendi yetenek ve güçlerine, becerilerine dayanarak yaşamalıdır. Necati terhis edilmiş yedek subaylar için yapılması gereken daha doğrusu yapılabilecek belli başlı işleri şu üç noktada toplamaktadır:
1) Bunların asıl mesleklerine dönüşü sağlanmalı, yarım kalan öğrenimleri tamamlanmalıdır. Gerekirse bunu destekleyecek bir dernek kurulmalıdır.
2) Yedek subaylara iş bulabilecek kurumlar oluşturulmalıdır. Böyle bir yapılanma birçok gencin işe yerleştirilmesine katkıda bulunacaktır.
3) Yedek subaylar arasındaki doktor, avukat, tüccar gibilerin mesleklerine dönüşü sağlanmalı ve bunlara iş yeri açmaları için yardımda bulunmalı, kredi sağlama yoluna gidilmelidir.
Sözün kısası işsizliğin yol açacağı ahlaki ve sosyal bunalımlar önlenmelidir. Başka bir deyimle ülkenin ahlakının yükselmesi, iyi yaşama koşullarının oluşması, geleceğin servet ve refahı hiçbir gencimizin işsiz kalmamasına bağlı bulunmaktadır.
Necati’nin bütün yazılarının ortak bir noktası vardır. O da örgütlenme sorunudur. Necati bunun gerekliliğini hemen hemen her yazısında vurguladığı gibi konuyu özel bir başlık altında da ele almıştır: “Teşkilatsızlık”. 
Necati bu yazısında, her türlü güçlük ve tehlike karşısında ellerimizi bağlayarak seyirci kalmamızdan yakınmaktadır. Oysa ulusların çöküş ve yenilgi zamanlarında onların en büyük kurtarıcısı ulusal bir örgütlenmeye bağlı bulunmaktadır. Necati bu konuda uzak ve yakın tarihimizden birçok örnek vererek içinde bulunduğumuz acı durumun bir ölçüde “millî bir teşkilata malik” olamayışımızdan kaynaklandığını vurgulamaktadır: “Bizim mahalle teşkilatımız, bizim mesleki teşkilatımız, bizim gençlik teşkilatımız yok... Hakiki fikirler ile birleşmiş memleketin iktisat ve terbiyesi ile alakadar müesseselerimiz yok... Bizim âlicenap himmeti bol bir eşraf teşkilatımız yok... “
İşte bu “teşkilatsızlık” ve birbirimizi anlamamamız bizi mahvetmekte, öldürmektedir. Birleşememek, sosyal yaşamdan uzak kalmak bizi örgütsüz ve güçsüz kılmaktadır. Batı toplumlarının, ileri ülkelerin ulaştığı düzeyde, örgütlenmenin ne kadar önemli bir rol oynadığı göz önüne alınırsa Necati’nin haklılığı, ileri görüşlülüğü kendiliğinden ortaya çıkar.

"NE EVLÂDDI O..." diye hayıflanıyordu Mustafa Kemal Atatürk.

3 yorum:

  1. okurken duygulanmadan edemedim.ne güzel paylaşım olmuş sibelciğim.teşekkürler..

    YanıtlaSil
  2. Ben teşekkür ederim Alanaycım, sağolasın...

    YanıtlaSil
  3. Ne kadar doğru tespitler ve işler yapmış. "Birleşememek, sosyal yaşamdan uzak kalmak bizi örgütsüz ve güçsüz kılmaktadır." Gerçekten birleşemediğimiz, tek yürek ve yumruk olamadığımız için Türk toplumları maalesef zulüm içindeler. Biz de dahiliz buna. Ne acı...

    YanıtlaSil

Canlarımın Güzel Düşünceleri...

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...